12 Eylül 2009 Cumartesi

Twitter’lasak da mı saklasak?

Twitter, facebook’ta sanal ortam buluşmalarına iyice alıştığımız günlerde, sadece “status”lerle iletişim kurma imkanı sağlayarak karşımıza çıktı.
140 karakter ile duyguları ifade etme, slogan atma, haberleşme, bilgi paylaşma, kaynaşma, sitem etme imkanı sundu.
Teknolojinin insanları birbirinden kopardığı efsanelerinin yanında ilginç bir iletişim ortamı oldu.

Son günlerde ise, twitter’a karşı olanlar, olmayanlar tartışıyor. Geleneksel medyaya da twitter tartışmaları sıçradı. Bu defa bugüne kadar yapılan sanal ortamlar tartışmalarından farklı olarak, artık sanal ortamlara kısmen alışmışlıkla, “kahraman bakkal, süpermarkete karşı” durumu değil yaşanan. Daha ziyade “içerik” mesele oldu.

Twitter bir iletişim aracı olarak, sürecinde kaynak, mesaj ve alıcı gibi temel öğeleri bulunduruyor. Gelişmiş bir araç olması sayesinde, kaynaktan gelen mesajlar, sadece bu iletiyi almaya istekli olanlar tarafından izleniyor. Yani gerçek bir alan razı – satan razı durumu var. Kim ne karışır? Aslında kısmen, tüm yayınlar için bu akış geçerli. Gazeteyi okumak isteyen para verip satın alıyor, istemeyen bedava verseler de okumuyor, “alıcı” konumuna gelmiyor. Gazeteyi almak, okumak için tercih yapmak gerekiyor ve tercih için herkesin belli kriterleri var. Twitter’da bulunmak, takip etmek için de herkesin farklı kriterleri vardır. Kimse zorla bir cümle okumaz, hele bu ülkede! Burada farklılık tweetlerin fazlasıyla özgür olması, bir güç tarafından kontrol edilmemesi, her mesajın tek bir kaynağın insiyatifinde olması. Tabii ki bireysel söylemlerin bu kadar kolay, sansürsüz aktarılabilmesini, bazı bünyeler kabul etmiyor.

Geleneksel medyada bir kurum, patron, stratejiler bir ölçüde ana kumanda rolünü üstleniyor. Eşik bekçileri görev yapıyor, ortak diller yaratılıyor. Sanal dünyada bu kontrol mekanizması yok, twitter’da olduğu gibi. Patron, yazarın kendi iradesinde yaşıyor. “Tehlike” burada başlıyor. Ancak her ortamda bu denli “control freak” olmak, nereye kadar? Kısa internet tarihinde, internetin mutlak doğru kaynak olmadığını öğrenildiği, kontrolsüz olduğunun kabul edildiği, çoğu kaynağa tereddütlü yaklaşıldığı da bir gerçek. Genelinde interneti takip edenler, mesela TV izleyicilerinden daha bilinçli. Okuyor, haberdar oluyor ve kararını kendi veriyor. Twitter’a “marslılar dünyayı istila ediyor” diye yazınca kimse panik yaşamıyor. “Follower” twitter’ı özgür olduğu için tercih ediyor. Yani sorumluluk hem kaynakta, hem alıcıda, eşit dağılıyor.

Twitter aslında kendi içinde kapalı devre bir yayın. Belki twitter’da yazılan, paylaşılan, kapalı bir grup içindeki sohbet olarak bakılsa, geleneksel kontrolcü tavır bu ortama sirayet etmese herkes kendini daha özgür hissedecek. Normlar, toplumsal sorumluluk bilinci bu endişelerin kaynağı olmalı. Ancak günümüzde teknolojinin geldiği noktada bu endişelerle yaşamak ve eleştirmek yerine yapıcı ve eğitici bir yaklaşım lazım. Bunun için önce internetin bir özgürlük alanı olduğunun kabul edilmesi gerek. Tabii ki kaynak rolünde olan kişilerin oto-kontrolü çok önemli ancak internet ortamında kontrol rolü kaynakla beraber aynı ölçüde alıcıda da. Onun da eşzamanlı bilinçlenmesi önemli, ki bu serbest pazarda mesajı seçerek ikna olacak.

Kimin ne yazdığı yanında kimin bu işe ne kadar zaman harcadığı meselesi var ki bu tamamen kişisel tercihtir, tartışmaya değmez.

Bir de tweetlerin herkese açık olması veya kapalı olması meselesi var. Kısaca; kimi mass yayın yapar, kimi kapalı devre, amaçlar ve beklentilere bağlı olarak yayıncının tercihidir…